Her tarafından cereyan verilmişti. Şuuru gelip gelip gidiyordu… Sayıklamaya başladı.
-Bırakın beni!... Ben Osman Batur’un askeriyim. Osman Batur beyaz atının üzerinde beni bekliyor!… O’na gitmeliyim.. Esir Türkleri kurtaracağız!…
Yıl 1977. Ankara Merkez kapalı Cezaevi 2. Koğuş. Taşmedreseli Ülkücülerin Ana karargahı. Sayıklayan, Osmaniye’li bir hemşehrimiz. Ufak tefek birisi. Ankara’da Ticaret Turizm Yüksek Okulu’nda okuyor. Okulda olan bir hadiseden dolayı gözaltında, yani Ankara 2. Şube’de , yani poliste. Orada günlerce kalıyor, benim burada anlatmaya kalemimim ve gücümün yetmeyeceği kadar işkence yapılıyor… ve şuurunu kaybediyor. Adı: Ali ARINIK. (Mekanı Cennet olsun). Bir yazımda da inşallah O’nu anlatırım. İşte yukarıda Osman Batur’un askeri olan, Esir Türkleri kurtarmaya gidecek olan kardeşim Ali Arınık. Ve işte anlatacağımız Osman BATUR!…
KEMENTLE UÇAK DÜŞÜREN ADAM!… 20. Yüzyılın Kürşad’ı. Altaylarda Rus’lara ve Özellikle de Çinlilere karşı vermiş olduğu efsanevi mücadele ile özdeşleşmiş, Kementle uçak düşürmüş ve milletinin BATUR lakabını hakkıyla almış bir büyük ülkü devi. Ne mutlu bize ki böyle yiğitler doğurmuş analarımız. Aksi halde :“Yiğitsiz millet yetimdir.” Şimdiye kadar Rabb’im bu aziz Milleti, yetim bırakmadı. Bundan sonra da yetim bırakmaz inşallah!..
Peki Kimdir bu Osman Batur?
Doğu Türkistan’ın yetiştirdiği en büyük kahraman. 20. Yüzyılda Çin’e karşı en büyük mücadeleyi vermiş bir efsane. Asıl adı Silamulı Ospan (İslamoğlu Osman). Batur, O’na milletinin verdiği bir unvan, bir sıfattır. Kahraman ve cesur anlamındadır. O, bu unvan ve sıfatla özdeşleşmiş, böylece anılmaya hak kazanmıştır. Ölüme giderken bile milletini düşünen, “Ben can verebilirim; milletim, dünya durdukça mücadeleye devam edecektir.” diyebilen ender dava adamlarından biridir.
Osman Batur İslamoğlu, 1899 yılının yazında, Çin Halk Cumhuriyeti’nin , adı bugün Sinkiang olan “Sincan Uygur Muhtar Cumhuriyeti”nin Altay ili Köktogay ilçesi Kürti köyünün Aral yaylasında doğdu. 1,85 boyunda, iri gövdeli, kısa ve kalın boyunlu, siyah saçlı, yarı kapalı denecek ölçüde kısık gözlü, çok güçlü, biriydi. Kaşlarının arası kırışıktı. Çok konuşmayan, iyi sır saklayan, çok cesur, yastığının altında hep tabanca bulunduran, sadağını kemerinden çıkarmayan, bir atı otlarken diğer atı evinin yanında hazır tutan, dindar, savaşta dahi namazını ihmal etmeyen, darda ve olağanüstü durumlarda hemen çözüm yolu bulan, ilerisini görebilen, tahminleri kuvvetli, ayrıca halkını canından çok seven milliyetçi biri idi. Dedesi Töles, davalarda, anlaşmazlıklarda hakimlik yapan, sorunları çözen, itibarlı bir kişiydi. Babası Silam, köydeki çocuklara ders veren, dinî bilgi sahibi, eğitimli biriydi. Dayıları Hamit ile Tutan, yarışlarda ödüller alan güçlü pehlivanlardı. Annesi Kayşa (kimi kaynaklarda Gayşa, Türkçede Ayşe)’nın iri yapılı, güçlü biri olduğu rivayet edilir. Hatta 1930’da annesinin Köktogay’ın Aral yaylasında iken geceleyin sürüye saldıran bir ayıyı sopayla vurup öldürdüğü de rivayet edilir.
1911 yılında (henüz 12 yaşındadır) Çinlilere ve Ruslara karşı mücadeleye başlayan Osman Batur, bütün Altay topraklarının ve Doğu Türkistan’ın Çinlilerden ve Ruslardan kurtarılmasını amaç edinmişti. Bu büyük mücahid, ilk dini bilgilerini, âlim olan dedesinden alır ve hayatını takva ile geçirir. Daha 10 yaşında iken usta bir binici ve iyi bir avcı olmuştu.
Osman Batur dillere destan bir yiğitlikle anıla gelmiştir. Hatta bir rivayete göre, Allah’ın yardımıyla, basit bir kementle uçak düşürmüş gözü kara bir kahramandır. 12 yaşına geldiğinde Cengâverliği, Kazakların büyük kahramanı, kendisinden önce Çinliler ile savaşmış büyük mücahid Böke Batur’un dikkatini çekti. Böke Batur O’nu himayesine aldı. İyi bir silahşor, usta bir dövüşçü olarak yetişmesine katkıda bulundu. Sonra çete savaşlarının inceliklerini öğretti. Osman Batur, Rusların ve Çinlilerin, soydaşlarına yaptığı işkenceleri görüp yaşadığı için Rus ve Çin milletinden nefret ediyordu. Böke Batur’un telkinleriyle bu nefret, şuurlu bir inanca dönüştü. Dedesi dolayısıyla iyi bir müslüman olarak yetişmişti. İslâmiyet’in komünizmle bağdaşmadığını anlamakta gecikmedi. Böke Batur'un şu sözü, Osman Batur'a ve mücahitlere ümit aşılamıştır: “Bir gün, biz kâfirleri yine çöllerin öbür tarafına atacağız. Sayıları Taklamakan Çölü'ndeki kum taneleri kadar olsa bile!”
1940 yılında Çin zulmü dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Camilere saldıran, Kuran-ı Kerim’ i yakan Çinlileri protesto eden Türkler,” isyancı “ oldukları bahanesiyle tutuklandı. Türklerin ellerindeki silahlar toplatıldı. Osman Batur’un babası ve ailesinden bazı kişiler, silâhlarını Çin askerlerine teslim ettiler. Osman Batur, “Bu gün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silahımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar!” dedi ve tek başına dağa çıktı. Osman Batur, savaştan başka kurtuluş yolu olmadığına inanıyordu. Başlattığı mücadele aynı gün destek gördü. Arkasından ilk gidenler arkadaşı Süleyman ve büyük oğlu Şerdiman oldu. Silâhını Çinlilere teslim eden babası İslâm Bey, oğlu için hayır dualarını ve başarı dileklerini dile getirdi. Oğlunu koruması için Cenab-ı Allah’a duâ etti. Annesi Gayşa (Ayşe) Hanım da, “Ben oğlumu bu günler için doğurdum. Çinliler asırlardır koyun boğazlar gibi bizleri öldürüyorlar. Bizim canımız, bizden önce ölenlerin canından daha kıymetli değildir.” dedi. Kısa zaman içerisinde, Osman Batur’un etrafında gözüpek insanlardan bir ordu oluştu.
O’nun ve silâh arkadaşlarının mücadelesi, 1941 yılı ekiminden 1943 yılı temmuzuna kadar gerilla savaşı şeklinde devam etti. 22 Temmuz 1943 te Altaylar, Çinlilerden tamamen temizlenmişti. Altay Türkleri artık bağımsızdı. 22 Temmuz 1943'te Bulgun'da yapılan törenle Osman Batur, Altay Kazakları'nın Han'ı ilân edildi. 1945'e gelindiğinde, Doğu Türkistan'da birkaç şehir haricinde, kontrol tamamen Doğu Türkistan Müslümanlarının eline geçmişti. Altay Geçici Halk Cumhuriyeti başkanlığına seçildi. 1944, 1945 yıllarında, Tanrı dağlarının kuzeyindeki doğu Türkistan Kazak Türklerinin yaşadığı bölgeleri de Çin istilâsından kurtardı. 1945 yılının ekim ayından 1947 yılının şubatına kadar üç vilâyetten oluşan Doğu Türkistan hükümetinin askerî ve mülkî âmiri olarak vâli sıfatıyla görev yaptı. Şubat 1947'den Eylül 1949'a kadar Doğu Türkistan Cumhuriyeti koalisyon hükümetinin aslî üyesi olarak çalıştı. Aynı zamanda, Altay Vâliliği görevini de devam ettiriyordu. Bütün bu görevleri sırasında Çinliler ile silâhlı mücâdeleden bir an bile geri kalmadı.
Yönetimleri altında bulunan Türklerle meskûn bölgelerin birer birer elden çıkmakta olduğunu ve Osman Batur'u tek başına alt edemeyeceğini anlayan Çin, Sovyetler Birliği'nin de desteği ile dev bir ordu kurarak Altaylar'a saldırmıştır. Osman Batur ve beraberindeki mücâhidler, sayıca kendilerinden 10 kat fazla ve modern silâhlarla donanmış düzenli orduya karşı savaşa devam ettiler. Bir çatışma sırasında alçakta uçan düşman uçağını kementle yakalayıp düşürdüğü dilden dile anlatıla gelmiştir. Başlangıçta 30 bin savaşçı olan kuvveti, 1950’de kadın ve çocuklar dahil 3-4 bine inmişti. Son sığındığı yer Gez Kurt bölgesiydi. Karakışta hayvanlar dağlarda barınamıyor, eteklere inmeye mecbur oluyorlardı. 1951 Şubatında Çinliler yine bir baskın hücumu yaptılar. Kazakların büyük bir kısmı yine baskından kurtuldu. Osman BATUR’un kızı Azapay’la birlikte birçok kadın-kız Çinlilerin eline düştü. Osman BATUR onları kurtarmak için bir geçitte 200 kişilik bir düşman birliğine tek başına hücuma geçti. Çok sayıda düşmanı öldürdü. Ancak cephanesi bittikten sonra Kamambal Dağı’nda 17-18 Şubat 1951 gecesi Çin askerleri tarafından esir edildi. Ellerinden ve ayaklarından zincirlerle bağlanarak zindana atıldı. Her gün kesintisiz işkence görüyor, kendisine yardımcı olan Türkleri ele vermesi için sıkıştırılıyordu. Çinliler, çeşitli işkencelerden sonra , işe yarayacak bilgi alamayacaklarını anlayınca,Osman Batur’u bir atın üzerine bindirilip “Doğu Türkistan’ı, Çinlilerden kurtaracağım diyen adamın hâline bakın” diyerek sokak sokak dolaştırdılar. O, bu hâlde bile bağımsızlık için mücadele edenlerin yolunu aydınlatacak bir meş’ale idi. Her sokakta “Ben ölebilirim ama, dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek” diye haykırdı.
Kuşkusuz, galiplerin adaleti kendincedir. Çinliler, işe yarayacak bilgi alamayacaklarını anlayınca Osman Batur’u göstermelik bir mahkemeye sevk ettiler. Mahkeme, önceden verilmiş kararı, 19 Nisan 1951 tarihinde açıkladı: “Devrim düşmanlığı suçundan idam...” Karar, 29 Nisan 1951 tarihinde infaz edildi: Urumçi’de önce kulaklarını, sonra kollarını kestiler, daha sonra da kurşuna dizerek şehit ettiler .
Her tarafından cereyan verilmişti. Şuuru gelip gelip gidiyordu… Sayıklamaya başladı.
-Bırakın beni!... Ben Osman Batur’un askeriyim. Osman Batur beyaz atının üzerinde beni bekliyor!… O’na gitmeliyim.. Esir Türkleri kurtaracağız!…
Yıl 1977. Ankara Merkez kapalı Cezaevi 2. Koğuş. Taşmedreseli Ülkücülerin Ana karargahı. Sayıklayan, Osmaniye’li bir hemşehrimiz. Ufak tefek birisi. Ankara’da Ticaret Turizm Yüksek Okulu’nda okuyor. Okulda olan bir hadiseden dolayı gözaltında, yani Ankara 2. Şube’de , yani poliste. Orada günlerce kalıyor, benim burada anlatmaya kalemimim ve gücümün yetmeyeceği kadar işkence yapılıyor… ve şuurunu kaybediyor. Adı: Ali ARINIK. (Mekanı Cennet olsun). Bir yazımda da inşallah O’nu anlatırım. İşte yukarıda Osman Batur’un askeri olan, Esir Türkleri kurtarmaya gidecek olan kardeşim Ali Arınık. Ve işte anlatacağımız Osman BATUR!…
KEMENTLE UÇAK DÜŞÜREN ADAM!… 20. Yüzyılın Kürşad’ı. Altaylarda Rus’lara ve Özellikle de Çinlilere karşı vermiş olduğu efsanevi mücadele ile özdeşleşmiş, Kementle uçak düşürmüş ve milletinin BATUR lakabını hakkıyla almış bir büyük ülkü devi. Ne mutlu bize ki böyle yiğitler doğurmuş analarımız. Aksi halde :“Yiğitsiz millet yetimdir.” Şimdiye kadar Rabb’im bu aziz Milleti, yetim bırakmadı. Bundan sonra da yetim bırakmaz inşallah!..
Peki Kimdir bu Osman Batur?
Doğu Türkistan’ın yetiştirdiği en büyük kahraman. 20. Yüzyılda Çin’e karşı en büyük mücadeleyi vermiş bir efsane. Asıl adı Silamulı Ospan (İslamoğlu Osman). Batur, O’na milletinin verdiği bir unvan, bir sıfattır. Kahraman ve cesur anlamındadır. O, bu unvan ve sıfatla özdeşleşmiş, böylece anılmaya hak kazanmıştır. Ölüme giderken bile milletini düşünen, “Ben can verebilirim; milletim, dünya durdukça mücadeleye devam edecektir.” diyebilen ender dava adamlarından biridir.
Osman Batur İslamoğlu, 1899 yılının yazında, Çin Halk Cumhuriyeti’nin , adı bugün Sinkiang olan “Sincan Uygur Muhtar Cumhuriyeti”nin Altay ili Köktogay ilçesi Kürti köyünün Aral yaylasında doğdu. 1,85 boyunda, iri gövdeli, kısa ve kalın boyunlu, siyah saçlı, yarı kapalı denecek ölçüde kısık gözlü, çok güçlü, biriydi. Kaşlarının arası kırışıktı. Çok konuşmayan, iyi sır saklayan, çok cesur, yastığının altında hep tabanca bulunduran, sadağını kemerinden çıkarmayan, bir atı otlarken diğer atı evinin yanında hazır tutan, dindar, savaşta dahi namazını ihmal etmeyen, darda ve olağanüstü durumlarda hemen çözüm yolu bulan, ilerisini görebilen, tahminleri kuvvetli, ayrıca halkını canından çok seven milliyetçi biri idi. Dedesi Töles, davalarda, anlaşmazlıklarda hakimlik yapan, sorunları çözen, itibarlı bir kişiydi. Babası Silam, köydeki çocuklara ders veren, dinî bilgi sahibi, eğitimli biriydi. Dayıları Hamit ile Tutan, yarışlarda ödüller alan güçlü pehlivanlardı. Annesi Kayşa (kimi kaynaklarda Gayşa, Türkçede Ayşe)’nın iri yapılı, güçlü biri olduğu rivayet edilir. Hatta 1930’da annesinin Köktogay’ın Aral yaylasında iken geceleyin sürüye saldıran bir ayıyı sopayla vurup öldürdüğü de rivayet edilir.
1911 yılında (henüz 12 yaşındadır) Çinlilere ve Ruslara karşı mücadeleye başlayan Osman Batur, bütün Altay topraklarının ve Doğu Türkistan’ın Çinlilerden ve Ruslardan kurtarılmasını amaç edinmişti. Bu büyük mücahid, ilk dini bilgilerini, âlim olan dedesinden alır ve hayatını takva ile geçirir. Daha 10 yaşında iken usta bir binici ve iyi bir avcı olmuştu.
Osman Batur dillere destan bir yiğitlikle anıla gelmiştir. Hatta bir rivayete göre, Allah’ın yardımıyla, basit bir kementle uçak düşürmüş gözü kara bir kahramandır. 12 yaşına geldiğinde Cengâverliği, Kazakların büyük kahramanı, kendisinden önce Çinliler ile savaşmış büyük mücahid Böke Batur’un dikkatini çekti. Böke Batur O’nu himayesine aldı. İyi bir silahşor, usta bir dövüşçü olarak yetişmesine katkıda bulundu. Sonra çete savaşlarının inceliklerini öğretti. Osman Batur, Rusların ve Çinlilerin, soydaşlarına yaptığı işkenceleri görüp yaşadığı için Rus ve Çin milletinden nefret ediyordu. Böke Batur’un telkinleriyle bu nefret, şuurlu bir inanca dönüştü. Dedesi dolayısıyla iyi bir müslüman olarak yetişmişti. İslâmiyet’in komünizmle bağdaşmadığını anlamakta gecikmedi. Böke Batur'un şu sözü, Osman Batur'a ve mücahitlere ümit aşılamıştır: “Bir gün, biz kâfirleri yine çöllerin öbür tarafına atacağız. Sayıları Taklamakan Çölü'ndeki kum taneleri kadar olsa bile!”
1940 yılında Çin zulmü dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Camilere saldıran, Kuran-ı Kerim’ i yakan Çinlileri protesto eden Türkler,” isyancı “ oldukları bahanesiyle tutuklandı. Türklerin ellerindeki silahlar toplatıldı. Osman Batur’un babası ve ailesinden bazı kişiler, silâhlarını Çin askerlerine teslim ettiler. Osman Batur, “Bu gün silâhımızı alanlar, yarın canımızı da alırlar. Ben silahımı Çinlilere vermem. İstiyorlarsa ve güçleri yetiyorsa, gelip alsınlar!” dedi ve tek başına dağa çıktı. Osman Batur, savaştan başka kurtuluş yolu olmadığına inanıyordu. Başlattığı mücadele aynı gün destek gördü. Arkasından ilk gidenler arkadaşı Süleyman ve büyük oğlu Şerdiman oldu. Silâhını Çinlilere teslim eden babası İslâm Bey, oğlu için hayır dualarını ve başarı dileklerini dile getirdi. Oğlunu koruması için Cenab-ı Allah’a duâ etti. Annesi Gayşa (Ayşe) Hanım da, “Ben oğlumu bu günler için doğurdum. Çinliler asırlardır koyun boğazlar gibi bizleri öldürüyorlar. Bizim canımız, bizden önce ölenlerin canından daha kıymetli değildir.” dedi. Kısa zaman içerisinde, Osman Batur’un etrafında gözüpek insanlardan bir ordu oluştu.
O’nun ve silâh arkadaşlarının mücadelesi, 1941 yılı ekiminden 1943 yılı temmuzuna kadar gerilla savaşı şeklinde devam etti. 22 Temmuz 1943 te Altaylar, Çinlilerden tamamen temizlenmişti. Altay Türkleri artık bağımsızdı. 22 Temmuz 1943'te Bulgun'da yapılan törenle Osman Batur, Altay Kazakları'nın Han'ı ilân edildi. 1945'e gelindiğinde, Doğu Türkistan'da birkaç şehir haricinde, kontrol tamamen Doğu Türkistan Müslümanlarının eline geçmişti. Altay Geçici Halk Cumhuriyeti başkanlığına seçildi. 1944, 1945 yıllarında, Tanrı dağlarının kuzeyindeki doğu Türkistan Kazak Türklerinin yaşadığı bölgeleri de Çin istilâsından kurtardı. 1945 yılının ekim ayından 1947 yılının şubatına kadar üç vilâyetten oluşan Doğu Türkistan hükümetinin askerî ve mülkî âmiri olarak vâli sıfatıyla görev yaptı. Şubat 1947'den Eylül 1949'a kadar Doğu Türkistan Cumhuriyeti koalisyon hükümetinin aslî üyesi olarak çalıştı. Aynı zamanda, Altay Vâliliği görevini de devam ettiriyordu. Bütün bu görevleri sırasında Çinliler ile silâhlı mücâdeleden bir an bile geri kalmadı.
Yönetimleri altında bulunan Türklerle meskûn bölgelerin birer birer elden çıkmakta olduğunu ve Osman Batur'u tek başına alt edemeyeceğini anlayan Çin, Sovyetler Birliği'nin de desteği ile dev bir ordu kurarak Altaylar'a saldırmıştır. Osman Batur ve beraberindeki mücâhidler, sayıca kendilerinden 10 kat fazla ve modern silâhlarla donanmış düzenli orduya karşı savaşa devam ettiler. Bir çatışma sırasında alçakta uçan düşman uçağını kementle yakalayıp düşürdüğü dilden dile anlatıla gelmiştir. Başlangıçta 30 bin savaşçı olan kuvveti, 1950’de kadın ve çocuklar dahil 3-4 bine inmişti. Son sığındığı yer Gez Kurt bölgesiydi. Karakışta hayvanlar dağlarda barınamıyor, eteklere inmeye mecbur oluyorlardı. 1951 Şubatında Çinliler yine bir baskın hücumu yaptılar. Kazakların büyük bir kısmı yine baskından kurtuldu. Osman BATUR’un kızı Azapay’la birlikte birçok kadın-kız Çinlilerin eline düştü. Osman BATUR onları kurtarmak için bir geçitte 200 kişilik bir düşman birliğine tek başına hücuma geçti. Çok sayıda düşmanı öldürdü. Ancak cephanesi bittikten sonra Kamambal Dağı’nda 17-18 Şubat 1951 gecesi Çin askerleri tarafından esir edildi. Ellerinden ve ayaklarından zincirlerle bağlanarak zindana atıldı. Her gün kesintisiz işkence görüyor, kendisine yardımcı olan Türkleri ele vermesi için sıkıştırılıyordu. Çinliler, çeşitli işkencelerden sonra , işe yarayacak bilgi alamayacaklarını anlayınca,Osman Batur’u bir atın üzerine bindirilip “Doğu Türkistan’ı, Çinlilerden kurtaracağım diyen adamın hâline bakın” diyerek sokak sokak dolaştırdılar. O, bu hâlde bile bağımsızlık için mücadele edenlerin yolunu aydınlatacak bir meş’ale idi. Her sokakta “Ben ölebilirim ama, dünya durdukça benim milletim mücadeleye devam edecek” diye haykırdı.
Kuşkusuz, galiplerin adaleti kendincedir. Çinliler, işe yarayacak bilgi alamayacaklarını anlayınca Osman Batur’u göstermelik bir mahkemeye sevk ettiler. Mahkeme, önceden verilmiş kararı, 19 Nisan 1951 tarihinde açıkladı: “Devrim düşmanlığı suçundan idam...” Karar, 29 Nisan 1951 tarihinde infaz edildi: Urumçi’de önce kulaklarını, sonra kollarını kestiler, daha sonra da kurşuna dizerek şehit ettiler .
20. yüzyılın en anlamlı mücadelelerinden birinin kahramanı olan Osman Batur Doğu Türkistan’ın Milli Kahramanı olarak geleceğe önemli izler bıraktı. Osman batur, Çin işkencelerine başkaldıran efsânevî bir kahramandır. Başarılı oldu. Kısa da olsa, bir dönem için milletini Çin işkencelerinden kurtardı. Bu başarısı sebebiyle de işkence uygulanarak şehid edildi. Osman Batur, hayatı boyunca kendisine ihtiyacı olanlar için mücâdele etti. Bu mücâdele ile dolu olarak yaşadı ve inandığı ülkü uğruna can verdi. Mekânı cennettir inşallah.
Doğu Türkistanlı yazar Abdurrahman Hacımelek, Osman Batur’un hayatını anlattığı bir makalesinde, yakalandıktan sonra şehid edilişini şu şekilde anlatıyor:
“29 Nisan'da şahadete gidecekti büyük kahraman. O sabah, tabiat olayları normal seyrinin dışında idi, Urumçi’de hava kapkara idi. Çünkü baturlarının idamını protesto eden halk, ormanları yakmıştı. Çinli muhafızların gözlerinde, kendilerine doğru tüm heybeti ile yürüyen Osman Batur'a karşı korku beliriyordu, zorla meydana getirilen halk arasından tekbir sesleri geliyordu.
Çinliler nişan almış bekliyorlardı. Osman Batur, "Allahu Ekber" dedi ve ardından kurşun sesleri geldi. Sanki namaz kılıyordu; önce dizüstü düştü, sonra alnı secdeye vardı. Bir rütbe daha kazanmıştı: “Şehidlik...”
Kazaklar ve Uygurlar Osman Baturu hiç unutmadılar. Dünya durdukça da unutmayacaklar. – Ne olur biz de unutmayalım.. - ” Bize sen ruh ve şuur verdin, hürriyet aşkını sen bize öğrettin. ey büyük kahraman ! senin yolundan gidecek azimli kahramanlar yetiştireceğiz.” diyerek onu anıyorlar. Adına şiirler yazılıyor, anma günleri düzenleniyor. Osman Batur, yeni ve genç Osman Baturların bedeninde yaşamaya devam ediyor.
Çinliler, Altay Türklerinin millî kahramanı Osman Batur’u işkencelerden sonra şehit etmekle ancak, bir büyük kahramanın aziz bedenini ortadan kaldırabilmişlerdi. bağımsızlık düşüncesini, Türklerin bağımsızlık için mücâdele azmini yok edemediler. Edebileceklerini zannedip işkence ve zulümlerini sürdürdüler.
Osman Baturun tek erkek kardeşi Delihan İslâmoğlu, istiklâl için giriştiği savaşta esir alınarak şehid edildi. Osman Batur’un ikinci hanımı, üç oğlu ve beş kızı da esir alındı. 18 yaşındaki kızı Kabiyra ile 14 yaşındaki oğlu Baybolla, anneleri Mamey’ in gözleri önünde doğranarak şehid edildi. 11 yaşındaki oğlu Kariy ve 9 yaşındaki kızı Sapiyan, 20 metre derinliğindeki kuyuya diri diri atıldı. Evlâtlarına yapılan bu zulüm, işkence ve katliam neticesinde Mamey Hatun, aklını kaybetti. Çinliler, onu da olay yerinin yakınındaki nehrin azgın sularına attılar.
Şimdi ise Doğu Türkistan Halkı, hala Çin zulmü altında akıl almaz işkencelere maruz kalmaktadır. Fakat ikiyüzlü dünya, işkence gören, katliama uğrayan, zulüm altında inleyenler, Müslüman olunca görmezden gelmekte, ağlaşan mazlumları duymamak için sağır, görmemek için de kör taklidi yapmayı uygun görmektedir. Ne acıdır ki bizim yöneticilerimiz de onlara sahip çıkmamakta, “ Bizim Doğu Türkistan diye bir meselemiz yok” diyebilmektedirler.
Osman Batur’un; Şerdiman, Nimetullah ve Nebî isimli oğulları, babalarının şehit edilmesinden sonra da bağımsızlık savaşını devam ettirdiler. Büyük kahramanın oğulları da kendisi gibi destan yazmaktaydı. Çivili sopalar ve tüfekler ile uçaklara, tanklara meydan okuyorlardı. 1953 yılına kadar direnen oğulları, işgalci Çinliler ile yaptıkları anlaşma sonucu direnmeye son verdiler. Çin Komünist Partisi, tarihte bir ilki yapıyordu, yenildiğini kabul ediyor, anlaşmaya oturuyordu. Anlaşma şartlarından biri de Şehid Osman Batur'un naaşının teslimi idi. Nihayet naaş alınır, Köktogay bölgesindeki Kürti Ağulu’na defnedilir. Buraya yapılan türbe, sonraları, Çin uçakları tarafından çok kez bombalanacaktı.
Büyük kahraman tekbirler ile şahadet şerbetini içmişti. Kendisinden sekiz sene sonra, yine büyük çapta bir isyan başlatıp sonraları yakalanacak olan Fetheddin Mahsum, işkence sırasında sürekli “Allahu Ekber”, “Yaşasın Şarki Türkistan” dediğinden, idam edilmeden önce dili iğneyle dikilerek sehpaya getirilecekti. “Ne ağır bir imtihandır, başındaki, Türkistan!”
Belazuri, şöyle der, Türkistan için: “Allah'ın yeryüzündeki cenneti.” Burada her şey destanlıktır. Mücahitleri, gölleri, dağları... Bu cennetin çocukları ağlıyor şimdi. Kadınları, yaşlıları ile 35 milyon, şehid intikamının alınması için bekliyor, yeni Osman Batur'ları, Emir Yakub'ları, Fetheddin'leri...
Türk dünyasında öyle kelimeler vardır ki sayfalar ve ciltler hacmi ile anlatılacak kavramları çağrıştırır. Sürgün denilince Kırım Türkleri ve Kafkas Halkları akla gelir. Katliam ve soykırım kelimeleri Kerkük Türklerini akla getirir. İşkence kelimesi ise Çinlileri ve Çin zulmü altında inleyen doğu Türkistanlıları...
Osman Batur’un Moğol Mareşal Coybolsan ile görüşmesinde söylediği sözler, onun mücadelesinin amacını ve sınırlarını ortaya koyması bakımından son derece dikkate değerdir: Çoybolsan Osman’a Moğol sınır bekçisi olan askerlere neden saldırdıklarını ve öldürdüklerini sorar. Osman, sınır bekçilerinin, yiğitlerine sorgusuz sualsiz ateş açtıklarını, yiğitlerinin de düşman olunca onları vurduklarını söyler. Bunun üzerine Çoybolsan: “Öyleyse sizin düşmanınız kim?” diye sorar. Osman Batur şu cevabı verir: “Dinime, halkıma kim karşı gelirse, saldırırsa o benim düşmanımdır!”
Maalesef pek çoğumuz Güney Amerika’yı, Che Quera’yi biliriz de Doğu Türkistan’ı, Osman Batur’u nedense bilemeyiz. Bu, bir bakıma bizim kendimizi unutuşumuzdur. Alın elinize bir Asya haritası, ortasına yatay bir elips çizin. İşte o elipsin en doğudaki ucu Doğu Türkistan’dır. Orada Divanü Lügati’t-Türk adlı eserimizi yazan Mahmud’un şehri Kaşgar da vardır. Bugün Çin hakimiyetinde sözde bir özerk bölgedir. Çinliler adını “Sinkiang” olarak değiştirmişlerdir. Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız ve birçok Türk kaviminin vatanıdır orası. LÜTFEN UNUTMAYALIM. EN AZINDAN GÖNLÜMÜZ VE DUALARIMIZDA ONLARA DA YER AÇALIM. UNUTMAK TÜKENMEKTİR. ONLARI TÜKETMEYELİM…
29 NİSAN 1951 GÜNEŞ'İN SÖNDÜĞÜ GÜN.
RUHU ŞAD, MEKANI CENNET OLSUN!.. 30.01.2014
Selahattin arpacı ( alıntı)
Not: O. Çetinoğlu’nun makalesinden, Derviş Enes Ahmedoğlu’nun -(gülistan dergisi) yazısından, Necati Aydın-Önce Vatan, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı dergisindeki yazısından, değişik internet sitelerinden faydalanılmıştır. Kendilerine de teşekkürlerimi arzediyorum.